.
İlk gerçek gaz lambası / yağ lambası / kandil örneklerine, Taş Devri olarak da bilinen Geç Paleolitik Devir’de, M.Ö. 10.000li yıllarda rastlanır.
Tarih boyunca ateşin sıcaklık veren, aydınlığının doğaüstü bir gücü, sihirli bir yetenek ve hatta Prometheus gibi mitolojik bir tanrının kontrolünde bir guc olduğuna inanılmıştir. İnsanlar ateş üzerinde hayvan yaginin tutuştuğunu fark edince, haznesini taştan ve balçıktan yaptıkları, içinde hayvan yağları yakılan, yine hayvan kılından veya kara yosunundan yapılmış fitillerin eklendiği, kandil şeklindeki ilk yağ lambalarını icat etmistir. Lamba haznesi olarak deniz kabukları ve boynuz gibi çok çeşitli şeyler de kullanılmıştır. Arkeolojik çalışmalar ülkemiz coğrafyasında zeytin, susam ve balık yağlarının da yakit olarak kullanıldığını göstermiştir.
Gaz lambaları insanlar icin 1700′lü yılların başlarından beri kullanılan vazgeçilmez bir nimettir. Yassılaştırılmış bir fitili gaz tankının içinden geçirerek, en üste ise koruyucu bir şişe ekleyerek gaz lambalarına ilk formunu İsviçre vatandaşı Argand vermiştir. Tabii, 1775’te Léger ve Alstroemer tarafından ayrı ayrı bulunan yassı fitilin de, bu buluşun ortaya çıkmasına katkısı büyük olmustur
Ham petrol kullanan ilk gaz lambası 9. yüzyılda El-razi tarafından geliştirilmiştir.Leh mucit Ignacy Lukasiewich'in (1853) ve ABD'li Robert Edwin Dietz'in tasarımları çağdaş gaz lambaları arasında sayılmaktadır.
Türkiye’de ise, 1800’lü yılların sonlarına doğru ev, dükkân ve kahvehanelerde gaz lambaları ile aydınlatma yapıldığını bilinmektedir. (Kudret Emiroğlu’nun ‘Gündelik Hayatımızın Tarihi’ başlıklı eserinden de, 1900’lü yılların ortalarında Türkiye’de beş milyona yakın gaz lambası tankı ve şişesi üretildiğini öğreniyoruz.) Ancak bu tarihlerde
Gaz lambaları beş parçadan oluşur. En altta küçük bir gaz tankı, hemen üzerine eklenmiş bir gaz ayar çarkı, çarkı da içine alan gaz deposu, çarkın içinden geçerek şişenin içine giren bir fitil ve en üstte, alevi koruyacak ince ve kırılgan gaz lambası şişesi. Aslında gaz lambaları ile ilgili en önemli ayrıntılardan birisi de bu şişelerdir… Çünkü bir gaz lambasının şişesini değiştirmek veya yenilemek lambanın orijinalliğini bozacaktır.
MÖ 2000’li yıllarda kum, soda ve kaya tuzunun sıcakta işlenmesi ile cam işçiliği başladı ve bu alandaki gelişmeler lamba tasarımında bir çığır açtı. 18. yüzyıla kadar cam veya metal hazneli,son dönemde petrol türevi yakıtlı ancak temelde hep aynı prensiple çalışan lambalar ve kandiller yaygın olarak kullanılmıştır. Bunların genel sorunu, çok yoğun koku yaymalarının ötesinde, iyi kalitede renkli görmeyi zorlaştıran turuncu renkte bir ışık vermeleri ve çıkan karbondioksitin ve nemli isin zamanla bacada birikerek ışık çıktısını azaltması idi.
Ülkemizde de eskiden geceleri içlerinde yağ kandilleri bulunan fenerler elde taşınır, varlıklı kişiler bunlarla evlerinin önünü kendileri aydınlatırdi. IV.Murat döneminde yatsı namazından sonra elde fenersiz dolaşmanın yasaklandığı bilinmektedir.Mimar Sinan'in yaptığı Selimiye Camisi uzun süre gazyağı lambaları ile aydınlatılmış, hatta 1692 yılında lamba yakılması işlemleri sırasında düşen bir yıldırım beş çalışanın ölümüne neden olmuştur.
Ülkemizde de eskiden geceleri içlerinde yağ kandilleri bulunan fenerler elde taşınır, varlıklı kişiler bunlarla evlerinin önünü kendileri aydınlatırdi. IV.Murat döneminde yatsı namazından sonra elde fenersiz dolaşmanın yasaklandığı bilinmektedir.Mimar Sinan'in yaptığı Selimiye Camisi uzun süre gazyağı lambaları ile aydınlatılmış, hatta 1692 yılında lamba yakılması işlemleri sırasında düşen bir yıldırım beş çalışanın ölümüne neden olmuştur.
18. yüzyıl sonlarında,sanayilesen birçok ülkede eldeki ışık kaynaklarının parlaklığı ve aydınlatıcılarda kullanılan yakıcıların verimliligi tartışılırken, gaz şirketlerinin baskısı altında gaz lambalarının kullanımı yaygınlaştı. Bu tip lambaların parlaklığı kontrol edilebiliyor,depolama kapasitesine göre uzun süreli çalıştırılabiliyorlar, üstelik daha az bakım gerektiriyorlardı. Gaz lambaları sayesinde akşamları da çalışmak mümkün olmuştu. Ancak o dönemde birçok tiyatro ve gösteri salonunun yanarak kül olmasının nedeninin de gaz lambaları olması dikkat çekicidir.
Gaz lambalarının ‘aydınlatma’ ve ‘yol gösterme’ işlevi günümüzde bir hayli değişmiştir. Onlar artık seri üretimle çoğaltılan örnekleriyle sadece tüketime yönelik bir obje haline gelmiştir. Bu çağrışım değerlerinin değişmesi ile birlikte Adalet Ağaoğlu da kim bilir hangi evlerde hangi anılara şahit olmuş bu birbirinden değerli gaz lambalarını toplamayı bırakmıştır. Ancak yine de gaz lambalarına birçok yerde rastlamak mümkün. Örneğin Dolmabahçe Sarayı’nda… Daha çok süs amaçlı kullanılmış eşsiz güzellikte pek çok paha biçilmez gaz lambası bulunuyor sarayda. Gaz lambalarına rastladığımız bir başka yer ise illüzyon sanatı… 20. yüzyılın önemli sihirbazlarından Kalanag (asıl adıyla Helmut Ewald Schreiber) illüzyon gösterileri sırasında gaz lambalarını kullanmıştır. Ünlü illüzyonist sıkça tekrarladığı bir gösterisinde gaz lambasını şu şekilde kullanmıştır: Kalanag sahneye getirilen gaz lambasının fitilini tutuşturur sigarasını da lambanın aleviyle yakar. Lambayı camdan yapılmış sehpanın üstüne koyar; lambanın üstüne ise ortası delikli ince bir ipekli örtü örter. Lambanın camını da bu delikten dışarı çıkacak şekilde açıkta bırakır. Kalanag lamba ile seyircilere iyice yaklaşır ve örtüyü hızla kaldırır. Örtünün kalkması ile birlikte lamba yok olur. Kalanag gösterinin sonunda elinde kalan örtüyü seyircilere fırlatır. Aslında bu gösteri gaz lambalarının ışığından duvarlara yansıyan gölgeler ile yaptığı masum illüzyon gösterilerini çağrıştırmakta sihirlere ve masallara hayretler içerisinde inandığımız o geçmişteki günlerden kalma hoş anılara bir gönderme yapmaktadır.
Peki gaz lambalarını bu kadar özel ve unutulmaz kılan nedir? Sadece görünmeyeni aydınlatması mı yoksa kendiliğinden anılarımıza kattığı hüzün mü? Gaz tankına yeterli miktarda gaz konulur çarkın yardımı ile fitil bir miktar yukarı çekilir ve ateşlenir. Alevin ani sıcaklığı ile patlamaması için önceden elde ısıtılmış şişe çarkın üstüne geçirilir ve gaz lambasının aydınlığında gece başlar. Çocukluğumuzdan geriye kalan anıları zayıf ışığı ile belli belirsiz aydınlatan gaz lambalarının gecesi… Sofrayı aydınlatan merdivenli ahşap evlerin basamaklarını aydınlatan masal anlatıcısının yüzünü aydınlatan gaz lambalarının duvarlarda yaptığı gölge oyunları ile devam eder gece… Gaz lambalarının titrek ışığı aklımızda artık belli belirsiz yer eden çocukluğumuzu çağrıştırır. Şişelerinin kırılganlığı ise hüznü… Tıpkı yitirdiğimiz anılarımızın çağrıştırdığı hüzünler gibi..
Gaz lambaları konusunu; hem yazar kimliği ile önemli başarılara imza atan hem de yıllardır Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gaz lambaları toplayan Adalet Ağaoğlu ile görüştük. Ağaoğlu gaz lambalarını biriktirmeye nasıl başladığını şöyle anlattı: “Sahiplik duygusu hiç gelişmemiş olan ben çoktan gözden düşmüş bu şişesiz kirli küçük şeye sahip çıktım. O günden başlayarak da çocukluk gecelerimde beni hiç yalnız bırakmamış sonuçta gölgeleriyle de dostluk kurduğum bu cılız ışığa borcumu ödemek istedim sanki. Nerede hangi biçimini görsem eski bir dostuma rastlamışım gibi evime buyur ediyordum. Ama her birinin ya başı gitmiş ya kolu kopmuştu. Yarım karış boyundaki şişeleri yuvarlakları ince uzunlarıyla yok olmuştu. O şişeler… Sırçadan kolaycacık kırılır şeyler…”
Ağaoğlu’na gaz lambalarını toplayarak bir koleksiyon kurgulamakla kelimeleri ve anıları toplayarak öyküleri kurgulamak arasında bir bağ olup olmadığını sorduğumuzdaysa şu cevabı verdi: “Kendi adıma gaz lambaları ile ilgilenmek ile yazarlık arasındaki bağın kaynağının romanda yapmaya çalıştığım ‘zamanla oynamak’ ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu benim tiyatro yazarlığından roman yazarlığına geçişimin nedeni aslında. Gaz lambalarının görünmeyeni aydınlatması gibi romanda görünmeyen o ana ait olmayan zamanın aydınlatılması zamanla oynanması arasında bir benzerlikten bir bağdan söz edebiliriz. Gaz lambaları nasıl ki karanlığı aydınlatabiliyor karanlıkta küçük bir alan açabiliyorsa roman da zamanla oynamalara geri dönüşleri aktarmaya alan tanıyordu. Kurgu yapmak konusuna gelince; gaz lambalarını toplamaktaki sıkıntılardan birisi de çoğu zaman gaz lambalarının şişe kısımlarının kırılmış olmasından kaynaklanıyordu. Bunun için yıllardır pek çok yere gidip tanklara uygun şişe aradım; hatta lambalar üzerine kitaplara bakındım kendi dönemlerine göre şişesinin ne olduğunu bulabilmek için. Ancak neticede gaz lambalarının tarihini gösterecek bir eser bulamadım. Kaynak bulamayınca da ağız numaralarına dikkat ederek kendim bazı birleştirmeler yaptım. Hayalimde canlandırarak uygun tanklar ile şişeleri birleştirmeye çalıştım. Gaz lambaları biçimlenebilsin birbirine uyabilsin hakiki olabilsin diye. İşte ben o şişe uydurma bahsinde biraz yazarlık ettim biraz uydurmalık ettim…
LAMBAYA PUF DE'NIN HIKAYESI
2004 yılında, Kurban'ın cover ağırlıklı albümü "Sert"te canavar gibi yorumladığı şarkı, ilk olarak 1972 yılında Barış MANÇO'nun plağı olarak piyasaya çıkar.
Bense yaklaşık 3-4 yıl önce tanıştığım bu şarkının sözlerine hiçbir zaman anlam verememiştim; Hulusi TUNCA'nın kitabının aşağıdaki bölümünü okuyana dek..
4.Murat zamanında içki ve tütüne konulan yasak, tam anlamıyla uygulanmaz ve birçok evde içki alemlerine gizli gizli devam edilir. Kolluk Kuvvetleri'nin evlere yaptığı baskın duyulur. Bir evde sarhoşun biri, içkinin verdiği rahatlıkla "Lambayı söndürün" anlamında "Lambaya püf de der." (Aslında o zamanki lambaların gaz lambası olduğunu düşünürsek kulağa pek mantıksız gelmiyor.)
Fakat arkadaşı, aldığı alkolün etkisiyle "Püf" diyemez de Oh der" Bir diğeri onu ikaz eder: "Oh deme püf deee..". Bu sırada lamba söndürülür. Fakat perde açıktır. Bir başkası evde bulunan kızlardan birine perdeyi çekmesini söyler. "Perdeyi çek kııız" emrine uyan kız, perdeyi biraz fazla çeker ve hemen uyarılır: "Açma da ört kııız!". Derken Kolluk Kuvvetleri eve baskın yapar. Önce "Kol basıyor" derler, sonra da "Kol sarıyooor.."
(Alıntı:Hulusi TUNCA-"Uzun Saçlı Dev Adam", Epsilon Yayınevi)
Baris Manco...Lambaya puf de
https://www.youtube.com/watch?v=QW4xI4Pkz-o
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder